Semih KELEŞ

Betül ve Selim birbirlerini çok seven iki aşıktır. Her türlü zorluğa birlikte göğüs geren bu ikili aynı zamanda birbirlerine de göğüs germektedir. Selim bir yandan Betül’ün bitmek bilmeyen istekleri ve hayalleriyle uğraşırken bir yandan da Ayşe Hanım’ın vahşi cazibesine dayanmak zorundadır. Betül’ün ise istek ve hayallerinde bir mesaj vardır. Bu üçgen arasında kalan Selim, en yakın arkadaşı Mert’ten yardım ister. Herkesin sahip olmak isteyeceği ancak yalnızca Selim’in sahip olduğu bu ‘dünyanın en iyi arkadaşı’ Mert ise her yakın arkadaşın yapacağını yaparak Selim’e yardım eder. Betül, isteklerini Selim’e anlatabilecek midir? Ayşe Hanım vahşi cazibesi ile Selim’den ne istemektedir? Selim bu üçgenden kendini kurtarabilecek midir? Mert bu dörtgen içerisinde hangi konumdadır? Gelin bu soruların cevaplarını hep birlikte arayalım.

Biricik oğulları Levent için kız istemeye giden Mevlüt ve Ayşen, gittikleri evde hiç beklemedikleri bir şekilde karşılanırlar. Ev sahiplerinin sürekli içeri girip çıkmaları ve evlerinde Şeytan beslediklerinden şüphelenen Mevlüt, her ne kadar gitmek istese de Ayşen'i bir türlü ikna edemez. Peki, Şeytan’ın bu evde ne işi vardır? Kerem, Gülizar ve Merve’nin sakladıkları nedir? Mevlüt neden bu kadar korkmaktadır? Ayşen neden bu kadar sakindir? Levent, Merve’ye kavuşabilecek midir? Gelin, bu soruların cevaplarını hep birlikte arayalım.

Kadın-erkek ilişkisi, baba-oğul ilişkisi, anne-oğul ilişkisi, arkadaşlık ilişkisi… Özünde hep insan olan ilişkiler. Küçükken bize ne öğretilirse, büyüdüğümüzde onu yaşıyoruz. Ancak bazılarımız, kendini iyileştirerek bir sonraki kuşağı kurtarmayı başarabiliyor. “Erkek adam ağlamaz”dan, “Sen kadınsın, otur oturduğun yerde”ye kadar her türlü kalıp, hayatımızın bir parçası. Üstelik bunlar sadece eskilerde değil, bugün bile var. Peki, bu normlardan nasıl kurtulabiliriz? Bizden sonrakileri nasıl özgürleştirebiliriz? Öncelikle kendimizi özgürleştirmemiz gerekmez mi? Kendimizi ne kadar kurtarabilirsek, bizden sonrakilere o kadar az yük bırakırız. “Keşke” dememek için birazcık da olsa aynaya bakmamız gerekmez mi? Bu hikâye, hepimizin hayatından bir kesit, hepimizin duygularından bir tat sunuyor. Doğum gibi, yaşam gibi, ölüm gibi; hepsinden öte, lezzetli bir akşam yemeği gibi… Ve bu yemeğe hepiniz davetlisiniz.

Bahar, Hamit’in tek kızıdır. Annesini kaybettikten sonra babasıyla yaşamaya başlamıştır. Hamit’in ise eşinin kaybından sonra tutunacak tek dalı kızı Bahar olmuştur. Bir gün Hamit’in kaza geçirmesiyle Bahar ve Oğuz’un yolları kesişir. Ancak bu kesişim kaderin kendileri için ördüğü ağların sadece başlangıcı olacaktır.

Küçük yaşta birbirinden ayrılmak zorunda kalan iki kardeş Sinan ve Caner; yıllar sonra bir otobüs durağında karşılaşırlar. Farklı ailelerde büyümüş olan bu iki kardeş yaşadıkları zorluklarla farklı şekillerde başa çıkmışlardır. Sinan, zengin bir aile tarafından evlat edinilmiş ve dünyanın en prestijli okullarında okumuştur. Kendisine bir aile kurmuş ve kardeşi Caner’i de bu aileye dahil etmek için götürmek istemektedir. Caner ise hayatı boyunca tek başına yaşamış ve tüm zorluklarla tek başına savaşmak zorunda kalmış biridir. Ağabeyine her ne kadar öfkeli olsa da ona karşı içinde karşı koyamadığı bir sevgi ve özlem de vardır.

Saraklar Krallığı işgal altındadır. Halk bir araya gelerek düşman işgalinden kurtulmaya çalışırken 2 Sarak askeri savaştan kaçarak yüzyıllar boyunca barış içinde yaşamış Benekliler krallığına sığınır. Bu sırada Saraklar Krallığı savaşı kazanarak dünyanın en büyük krallıklarından biri haline gelir. Benekliler Krallığı ise kralın emri ile yüzyıllar boyunca süregelen barışı bozup Saraklar Krallığı’na savaş açacaktır. Ancak bu savaşın sebebi düşman işgali veya toprak genişletmek değildir. Her iki krallık arasında kalan Ortokos ve Küçükolis durumu toparlamak ve kralla görüşmek için bir yol ararlar. Ancak bu krallıkta kralla görüşmek pek de kolay değildir.

Kendi halinde kereste dükkânı olan Muhittin sessiz ve sakin bir adam olarak bilinir. Ancak bir gün hayatını değiştiren olayla birlikte hiç de olmayacak bir yola girer. Bu yolda hayatını değiştiren kişilerden intikam almak ister. Hayatı boyunca kimseyi incitmemiş olan Muhittin için bu durum biraz zor olacaktır. Çünkü merhameti ve saflığı, almak istediği intikamın önüne geçebilmektedir.

Yapay zekânın dünyayı ele geçirdiği distopik bir dünyada, tüm insanlara “İnsan”, yapay zekâ robotlarına ise “İnsansı” adı verilmektedir. 30 yaşına yaklaşan her bekar İnsan’a bir İnsansı atanmak zorundadır. İnsansı'ların görevi, atandıkları İnsan’a en uygun İnsan adaylarını belirlemektir. Bu adayları belirlemek için, İnsan'ların yaşam tarzlarını yakından gözlemlemeleri gerekmektedir. Aradığı gerçek aşkı bir türlü bulamayan ya da bulmak istemeyen bir İnsan'a İnsansı atanmasıyla birlikte hayatı tamamen değişmek üzeredir. Robotlardan hiç hoşlanmayan bu İnsan'ın, kendisine atanan İnsansı’dan kurtulabilmesi için en az bir hafta boyunca birlikte yaşama zorunluluğu bulunmaktadır. Eğer bir hafta içinde uygun aday belirlenemezse, İnsansı'nın varlığı sona erecektir.

Zengin bir ailenin evine badana yapmaya giden bir usta ile kızlarının erkek arkadaşı ile tanışmayı bekleyen bu ailenin karşılaşması ne kadar tuhaf olabilir? Bu tuhaflık bazı benzerlikleri ortaya çıkarabilir mi? Yoksa bu benzerlikleri bizler mi çıkarıyoruz?

Evde kendi halinde oturan Mustafa'nın başına 5 dakikada çözebileceği bir iş gelir. Ancak sorunlu bir çevreniz varsa bu işi çözmeden önce sorunlarınızı ortadan kaldırmanız gerekir. Bu sorunları kaldırmadan 5 dakikalık işiniz 45 dakika olabilir. Peki ya bu işiniz biraz acilse? Ya da biraz değil de çok acilse?

Tek isteği ailesini geçindirmek olan parke ustası Harun Bey parke döşemek için gittiği evde tüm sırların perdelerini aralar. Bu sırlar nelerdir? Kim, kimden, neyi, niye saklamaktadır? Yalancının mumu yatsıya kadar mı yanar?

Birbirine deliler gibi aşık bir çift ile neden sevgili oldukları bile belli olmayan bir çift aynı kafede buluşsaydı ne olurdu? Bu işin sonu nereye giderdi? Ya da gitmesi gerekir miydi? Sahi, bu çiftler neden buluşmuştu?

Her şeyin monotonlaştığı bir dünyada azıcık eğlenmek hepimizin hakkı değil midir? Bir dakika. Eğlenmek nedir? Nerelerde eğlenilir? Her yerde eğlenilir mi? Yoksa bazen durmamız gereken yeri bilmemiz mi gerekir? Peki ya devlet dairesinde eğlenmek isteseydik ne olurdu? Ya da bir dakika, bir dakika. Ya devlet dairesinde bizimle eğlenselerdi?

Doğum oranlarının bilinçsizce arttığı dünyada artık yer kalmamıştır. Bundan sonra dünyaya gidecekleri belirlemek için bir yarışma düzenlemeye karar verilir. Bu yarışmanın galibi dünyaya gitmeye hak kazanacaktır. Peki bu yarışmanın şartları nelerdir? Yarışmayı kazanmak kolay mıdır? Bu adayların bulunduğu yer dünyadan çok mu farklıdır? Bu soruların cevabı yalnızca sayın sunucumuzdadır.

İnsan neden fal baktırır? Falımızda çıkanlar duymak istediklerimiz midir yoksa yorumladıklarımızı hayatımıza mı uyarlarız? Bu fallara bakanlar mı suçludur yoksa baktıranlar mı? Falcıların mı gözü çok iyi yoksa bizler mi göremiyoruz? Neyse bunlar uzun konular, biz konumuza dönelim. Efendim, bizim Mert, âşık olduğu Ayçaya bir türlü açılamamaktadır. Bu Mert’in biricik arkadaşı Kamil de “Benim tanıdığım çok güzel bir falcı var” diyerek Ayçayla Kamuran’ı Mert’in yanına getirince Mert’in eli ayağına dolaşır. Bakalım Mert gerçekten de falcı mıymış? Ayça’nın falında çıkacak mıymış? Hep birlikte izleyelim.

Bir sabah uyandığınızda salonunuzun ortasında bir şapka bulsaydınız ve bu şapkayı taktığınızda etrafınızdaki kimsenin yalan söyleyemediğini fark etseydiniz ne yapardınız? Bu şapkayı nasıl kullanırdınız? Bu şapka sizin için bir lütuf mu olurdu yoksa işkence mi? Tamer bu şapkayı hangi amaçla kullanacaktı? İnsanlar neden yalan söylerdi? Yalansız dünya olur muydu? Olsaydı güzel olur muydu? Gelin birlikte öğrenelim.

Dünya ve Ay çok yakın iki arkadaşlarmış. Yedikleri içtikleri ayrı gitmezmiş. Ama günlerden bir gün birbirlerine küsmüşler. Yüzlerine bile bakmıyorlarmış. Güneş ise bir gün hem Dünyayı hem de Ay’ı yanına çağırmış. Onları barıştırmaya kararlıymış. Ama önce aralarındaki sorunu öğrenmeliymiş. Bu yüzden hem Dünyaya hem de Ay’a neden küstüklerini sormuş. Dünya, kendi açısından baktığında kendini haklı görüyormuş. Ama Ay da kendi açısından baktığında kendini haklı görüyormuş. Eğer her ikisi de haklıysa neden küsmüşler ki? Güneş, Ay’la Dünyayı barıştırabilecek mi? Hem Güneş’in, hem Ay’ın hem de Dünya’nın uyum içinde yaşaması gerekmez mi? Bakalım Güneş amacına ulaşabilecek mi?